E-ISSN: 2619-9467

Cover    
Year 2005 - Volume 15 - Issue 2

Open Access

Peer Reviewed

EDITORIALS
2111 Viewed

Editorials
Sayı Editöründen


Article Language: TR
Copyright Ⓒ 2020 by Türkiye Klinikleri. This is an open access article under the CC BY-NC-ND license (http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/)
Değerli meslektaşlarım, maalesef doktorlara ve özellikle biz kadın doğumculara olan haksız ve yanlı saldırılar, devam etmektedir. Bunlardan en sonuncusu 27.3.2005'te Radikal gazetesinde yayınlandı. Bakınız ''Ayça Şen'' neler yazmış:

Şimdi anaokullarına gidin, ciğer gelişimini tamamlamadan anasının karnından alınmış kaç yüz çocukla karşılayacaksınız. Hepsi hırıltılı, hepsi yorgun, hepsi melankolik... Yapı olarak depresyona meyilliyseniz, dikkat! Çünkü nadir rastlandığı söylense de aslında neredeyse her kadında yaşanan doğum sonrası depresyonunun bir numaralı sebebi bu sezaryen. Sonradan kalıcı şizofreniye ve hatta intiharlara yol açan bu doğum sonrası depresyonun hafif şiddette olanını yaşadığım halde, çektiğim acıyı anlatmam mümkün değil. Bir de bütün bunlara doğum sonrası, çocuğunu ilk kucağına alamamak filan eklenince hal çok daha yoğun oluyor. Çocuğunuz doğar doğmaz hazır mamayla besleniyor, sonra meme alıyor ağzına. Kim bilir çocukta ne gibi hasarlara yol açıyor. Çocuk doğar doğmaz annesini istediği halde, beşinci, onuncu elden, hem de yıkanmış, süslenip püslenmiş olarak geliyor anasının kucağına Boyunlarında stetoskop, ceplerinde hesap makinesiyle gezen kadın doğumculardan, hakkında ''Normal doğum yaptırıyormuş'' diye efsane üretilenleri aradım ama randevuları tıka basa doluydu, ulaşamadım.

Bir de adı çok meşhur olan yakışıklı sezaryenciler vardı. Bunlar çok pahalı, amiyane espriler yapan, birkaç replikle meşhur olmuş, karı koca, tıpkı düğünlerindeki ''Ay acaba gelinliğimin fırfırları samuray kılından mı olsun, yoksa ''Niyork''tüyünden mi olsun?'' diyen ve hatta valla billa, nikâh salonuna, prenses ve baron gelinlik ve damatlıklarıyla -AT İLE GELEN- çiftlerin sezaryencileriydi.

Ve herkes ''Sezaryeni ve muamelesi çok meşhur'' diye gittikleri havalı doktorları birbirlerine öneriyorlar, bu adamlar da hep ''Bugün nasılız?'' diye sahtekâr dişleriyle sırtararak sürekli çoğul konuşuyorlar, o kadar parayı alarak bir de gülümsemesiyle lütfediyorlardı. Siz de şımararak ona olmayacak sorular da sorabiliyordunuz kendinizi kaybedip haliyle: ''Peki ya normal doğum?''

''Ne''! Bir daha bu lafı duymayayım, köylü kadınlar gibi normal doğum mu yapacağız? Siz kayınvalidesi misiniz saygıdeğer hanımefendi? Bu köylü gelini nereden buldunuz? Yıkılın karşımdan. Çıkın çıkın çıkın...''

Ardından yine aynı gün aynı gazetede ''Perihan Maden, özetle şunları yazıyor:

Radikal Cumartesi'de Ayça Şen'in kendi doğumuyla ilgili yazısını okudum ve korkarım, tarumar oldum. Altı adet jinekolog değiştirmiş normal doğum yapabilmek için ve sonunda sezaryene bağlamış paracı doktorların dediği olmuş!

Hem nasıl yaralarının kapanmasını beklerken (zira ''normal'' doğum değil sezaryen; bir nevi ameliyat bildiğiniz üzre: vücut jjjjt diye kendi kendini toparlayamıyor) ilk anneliğinden, sağlığından çalındığını düşünmekteymiş ki, öyle.

Bir de bu ''anormal'' doğumların post-natal depresyona (doğum sonrası ruhsal çöküntü) nasıl daha vahim neden olduğundan filan söz etmekteydi ki, ben de çöktüm az biraz.

Ama beni en çok; sezaryenle zart diye anne karnından kesilerek alınan çocukların ciğerlerinin tam gelişmemişliğinden; bu Sonsuz Sezaryen Çocukları'nın yuvalarda çabucak yorularak, hırıltılı nefes alarak, soluk bet benizleriyle nasıl da ayırt edilebildiklerinden dem vurduğu satırları mahvetti.

Diyelim benim gibi sabaha karşının dördünde doğan insanlar yok artık. Tüm bu Sezaryen Bebekleri gündüz: on, on bir, on iki, bir tarzı Sosyete Jinekologları'nın tenise, Gökkafes'te öğlen yemeğine vs. vs. (ne halt yiyorlarsa artık o kırdıkları paralarla) yetişebilecekleri saatlere uygun verilmiş ''randevularla'' dünyaya getirildiğinden

Kimsenin burcu da yok artık. Sezaryen Bebekleri'nin burcunun önemi yok. Zira bu bebekler kendi istedikleri saatte, biyolojik zamanlamaları DOĞA tarafından yapılarak filan doğmadılar ki. Sezaryen müptelası işini (ziyadesiyle) bilir bir jinekoloğun tespit ettiği erken tarih ve ona uygun zaman diliminde anne karnından koparılıp alındılar zira.

Ben 33 yaşında doğum yaptığım için ve de gestasyonel (hamilelik) diyabeti gibi aslında hiç de atla deve olmayan bir koşuldan mustarip olduğum için; pek tanınmış, pek kazanan, sizi odasına almış olduğunuz randevu saatinden bir buçuk saat sonra filan kabul edebilen 2 adet iğrenç ERKEK jinekoloğu sezaryen ısrarcılıklarına terk edip şahane bir kadın jinekoloğa geçmekte tereddüt etmedim.

Ve de bu iki hödüğün ''yaşlı anne'' (bu yaş Amerika'da doğum için çok ''normal'' ve kimse otomatikman sezaryene filan alınmıyor) ''gestasyonel diabetli anne'', ''kilolu bebek olasılığı'', zart zurt teorilerine pabuç bırakmadım. O kadar!

Zira sizi sezaryenle doğurtmak için daima süper bir nedenleri, şahane bir risk haritaları vs. var. Aslında her halt psikolojik. Sizi bi güzel korkutuyorlar. Siz de onların istediği gün ve saatte kuzu kuzu kesilmeyi, sezaryenle doğurmayı yani, kabul ediyorsunuz.

Bir de doktorunuzu ve herrrr haltınızı seçerken şunu düşünün:

''Ben bu insanla aynı kitapları okuyup aynı dili konuşup aynı lokantalarda yemek yiyip aynı insanlardan hoşlanmıyorsam, benim bu kıro yaratıkla işim ne?'' İşiniz olmasın timsahlarla yani.

Gazetede yazılanlar, okunur okunmaz, yahoo gruplarınca internette bizlere ulaştırıldı. Hepimizin meslek derneği olan TJOD yönetimi, olayı tüm boyutlarıyla hukukçularla masaya yatırdı. Bu konuda ne gibi hukuksal girişimlerin başlatılabileceği düşünülmektedir. Bu ve benzeri saldırılarda, TJOD yönetimi tarafından, meslektaşlarımızın haklarının korunması yönünde her türlü çabanın gösterileceğinden hiç kuşkunuz olmasın.

Bunları bilesiniz diye yazıyorum. Gazeteci de olsalar, biz meslektaşlarımıza ''kıro'' dedirtmeyiz. Bir gün böyle hitap etmekten çekinmedikleri bir meslektaşımız, onların da hayatını kurtarıverir. Hem de hiç karşılık beklemeksizin. Gazetelerde doktordan başka bir mesleğe teşekkür edildiğini, siyasi yağcılıklar dışında, çok nadir görürsünüz.

Bu ve benzeri olaylardan alınacak pek çok dersler var. Öncelikle ''acaba meslek onurunu korumak adına biz ne yapmalıyız?'' sorusunun cevabını aramamız lazım. Bireysel olarak Radikal gazetesine ulaşarak, adı geçen yazarlar protesto edilebilir. Kendilerinin bu konularda görüldüğü gibi taraflı, eksik ve yanlış bilgileri var.

Bunun yanında, birazda ''iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına'' batıralım. Hastalarınıza ''sezaryen'' endikasyonu koymanıza kimsenin söyleyeceği bir söz olmamalı. Ancak yapılacak olan girişimin ''bilimsel'' izahı olmak kaydıyla.

Günümüz koşullarında, normal doğumu alelade bir işlem olarak gören düşük ücret politikasının getirdiği işte budur. Hal böyle olunca, adına ''elektif'' denilen, gündüz vakti randevulu, keyfi Sezaryen yapma hastalığı, özel hastanelerden, giderek resmi hastanelere de sıçramış durumda. Gecenin bir vaktinde yatağınızdan kalkıp, bir doğum takibi için saatlerce hastanede beklemenin de, doğrusu uygun bir karşılığı olmalı.

Bunun ötesinde hastalara ''ben Sezaryenci doktorum'' demenin ne kadar yanlış olacağının yorumunu sizlere bırakıyorum.

Başta gazeteciler olmak üzere, hiç kimsenin bu ulvi mesleğe çamur atmaya hakkı yoktur. Bir şartla. Önce biz hekimlerin, kendi mesleğimizi, ve kendi davranışlarımızı, etik, bilimsel ve temiz tutmamız kaydıyla.

Saygılarımla.

Prof.Dr. Haldun GÜNER

Editör