E-ISSN: 2619-9467

Cover    
Year 2004 - Volume 14 - Issue 4

Open Access

Peer Reviewed

EDITORIALS
2091 Viewed

Editorials
Sayı Editöründen


Article Language: TR
Copyright Ⓒ 2020 by Türkiye Klinikleri. This is an open access article under the CC BY-NC-ND license (http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/)
Değerli meslektaşlarım,

Yoğun geçen bir akademik yılın sonunda pek çoğunuz gibi, iki hafta kadar sürecek olan tatile çıkmış durumdayım. Tatilde bile insanın sürdürmesi ve yapması gerekli olan işleri oluyor. Zaman zaman asistanlar poliklinik veya acil nedenlerle başvuran hastalarımız hakkında bilgi vererek, yapılması gerekenleri tartışıyorlar.

Yazı işlerinden telefon ettiklerinde de bu nedenle hiç şaşırmadım. Yayınevimiz çalışanları tatillerini bitirip dönmüşler ve bu nedenle Ağustos ayının dergilerini çıkarmaya çalışıyorlar. Derginizin Ağustos sayısının editör yazısını bu nedenle tatilcinin bakış açısından yazıyorum.

Tatilde insan ne yapar? Denizde de bilimsel kitap okuyacak değiliz elbette. Edebi kitaplardan okumadıklarımı ve doğal olarak günlük gazeteleri okuyorum, TV den oldukça uzak duruyorum.

Topluma ulaşan olaylar, çoğunlukla da üzücü olaylar. Trafik kazalarına alışmışız, her gün göre göre, artık onlar kanıksanmış durumdalar. İnsanımızı pek etkilemiyor. Aşırı hız, hatalı sollama, ters yöne girme gibi hep bildik nedenler.

Tatilde olsak da, ülkemizi çok seviyoruz. Olaylara sırt çevirecek değilim. Özellikle peşpeşe yaşadığımız üç olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bunlardan ilki, sıralı gelen ve yürekleri yakan ölümlü tren kazaları. Dikkatleri bu hemen üzerine çekiyor.

1892 yılında, bir asırdan daha da eski, o zamanın teknolojisine göre Almanlar tarafından yapılmış olan, uzmanlardan edindiğiniz bilgilere, göre elli kilometrelik bir hıza izin veren İstanbul-Bağdat hattı olarak inşa edilen demiryollarında akıl almaz ''hızlandırılmış tren'' uygulamaları. Bilime ve bilim adamlarının, olmaz diyen feryatlarına kulak tıkamalar.

İkincisi, İstanbul'da günlerce öncesinden neredeyse bağıra bağıra gelen yağmur ve sel felaketi. Başta Alibeyköy deresi olmak üzere tüm dere yataklarına, aptalca ve bilinçsizce gecekondu dikenlere bilmem ne demeli. Bunlara bilerek veya bilmeyerek göz yuman belediyecilere bilmem ne ceza verilmeli. En iyisi, onları da sel yataklarında oturmaya mecbur ederek, vatandaşın ıstırabını görmelerini sağlamak olabilir.

Sonuncusu ise, olimpiyatlara hazırlanan Süreyya Ayhan'ın doping kontrolünde, başkasına idrar verdirmesi. Ancak yabancı kontolörler bizimkiler gibi değiller. Onlar yutmuyorlar. Şu genç yaşında alacağı cezayı siz düşünün. En hafifi, tarihte doping yapmış sporcuların arasında anılmak.

Arkadaşlar, bu üç olayı şundan yazıyorum. İnsan, hangi meslekten olursa olsun, bilimsel gerçeklerin dışına çıktığında, alacağı neticeler yukarıdakiler ve benzerleri gibi olacaktır. Bu bazen, itibar ve para kaybetme, bazen mal mülk kaybetme şeklinde, kimi zamanda kendi veya başkalarının hayatıyla ödenmektedir. Özellikle pozitif bir bilim olan tıp alanında, bilimsel gerçeklerin ve kuralların dışına çıkılması, tersine hareket edilmesi veya ''bilinçsizce ben yapıyorum oluyor'' denilmesi sonucunda, olayın bedelini, bizlerden şifa bekleyen hastalarımız ve yakınları ödemek durumunda kalmaktadırlar. Bu, bazen iyileşememek, bazen sakat kalmak, nadiren de hayatını kaybetmek şeklinde olabilmektedir.

Genç meslektaşlarım, artık medya da basit nedenlerle ameliyat edilip hayatını kaybedenlerin acıklı öykülerini görmek istemiyoruz. Basit bir yasal tahliye veya rinoplastiden artık hastalarımız ölmemeli. Mesleğimizi yaparken bilimin dışına çıkmayalım. Bilmediğimizi öğrenmeye çalışalım. Yapamadığımızı, bizden daha iyi yapana göndermek erdemini ''değişmez kural'' edinelim.

Ne hastalarımız hayatlarını kaybetsinler, ne de bu kutsal mesleğin sahipleri, itibarlarını.

Saygılarımla.

Prof.Dr.Haldun Güner

Editör